Aşağıda okuyacağınız metin, Atatürkçü Düşünce Derneğinin 3 Mart 2022 günü düzenlediği “3 Mart 1924 Devrim Yasalarının Neresindeyiz?” konulu panelde yapacağım konuşma için hazırlanmıştır. Ancak, bu metinde yer alan bazı bölümler konuşma süresinin sınırlı olması nedeni ile sunulamamıştır. Sunulamayan bölümler metin içerisinde belirtilmektedir.
Eğitim Birliği Yasasının 3 Mart 1924 günü TBMM’de kabul edilişinin 98 inci yılını kutladığımız bugün, bu yasa ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşma olanağını verdikleri için Atatürkçü Düşünce Derneği yönetimine ve beni dinlemek için ayırdığınız zaman için de siz değerli katılımcılara teşekkürlerimi sunarım.
Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen bütün devrimler, benim anlayışıma göre, Osmanlı Devleti’nin parçalanma ve batışına neden olan hataların, Cumhuriyet döneminde de sürdürülmemesi ve Cumhuriyet’in çağdaş bir toplum ve devlet olarak varlığını sonsuza dek sürdürmesini güven altına alabilmek için yapılmıştır.
Eğitim Birliği Yasası da bu yaşamsal devrimlerin ilkleri içinde yerini almaktadır. Bu yasa ile Türkiye içindeki tüm bilim ve öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Bu yasanın Cumhuriyeti kuran kuşaklar tarafından öncelikle çıkarılma nedenini anlayabilmek için kısaca, Osmanlı Devletinin 6 asır boyunca Eğitim Birliği ilkesini uygulayamamasının kendisini nasıl parçalanma ve çöküşe sürüklediğini anlatmak istiyorum.
Osmanlı Devleti Dönemi
Tarihçi Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Osmanlı Devletinin nüfus yapısı için şu gözlemde bulunmuştur “… Nüfusun göze çarpan özelliği, her türlü birlikten mahrum oluşu idi. Irk bakımından imparatorluk halkı, … yöneten Türkler, onların idaresini kabul etmiş olan Grekler, Latinler, Slavlar, Çerkezler, Gürcüler, Ermeniler, Sami kökten olan Araplar ve Yahudilerden oluşmaktaydı. … İmparatorlukta din ve kültür birliği de kurulamamıştı.[1]” Kültür birliği olmayan bu devlette doğal olarak “eğitim birliği” de yoktu.
Osman Ergin, “Türk Maarif Tarihi” isimli kitabında eğitim tarihimizi üç dönem olarak tanımlamıştır. “Birinci kısım: Araplaşma ve skolastik tedris (inanç temelli eğitim) devridir. İstanbul’un fethi tarihi olan 1453’ten başlayıp ve 1918 senesi sonuna kadar 465 sene sürmüştür. Bu devir milli değil daha ziyade dinidir. Hele Türkçeye hiç kıymet verilmemiş, Türkün öz dili mekteplere ve medreselere asla sokulmamıştır. İkinci kısım: Garplılaşma (Batılılaşma) ve yenilik devridir. Bizde ilk Garplılaşma hareketi tarihi sayılan 1773’ten 1923’e kadar 150 sene sürer. Bu devre de ne tamamı ile milli, ne tamamı ile dini diyemeceğimiz gibi yine tam manası ile garplılaşma da sayamayız. Osmanlıca adı altında Türkçe mekteplere girmiş, fakat Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce ile birlikte yaşamıştır. Üçüncü kısım: Türkleşme ve milliyetçilik devridir. 1923’te ve Cumhuriyetle, lâiklik esasının kabulü ile başlar. Arapça, Farsça mektep programlarından çıkarılmış, Osmanlıca terk edilerek doğrudan doğruya açık ve sade Türkçeye ehemmiyet ve kıymet (önem ve değer) verilmiştir.[2]”
Başta padişahlar ve kamuda yüksek görevde bulunan kişilerin kurdukları Vakıflar tarafından yaptırılan camilerin yanında bir oda, yetim ve fakir kız ve erkek çocuklara eğitim vermek üzere sıbyan (mahalle mektebi veya iptidai mektep olarak da anıldılar) okulu olarak ayrılıyordu. Eğitim süresi 3-4 yıldı. Dersleri de, Kur’an-ı Kerim’i Arapça olarak okutmak, namaz kılma usulünü ve namazda okunacak ayetleri ve duaları yine Arapça olarak öğretmek ve Arap harfleri ile biraz yazı yazdırmaktı[3]. Matematik, coğrafya ve tarih gibi derslere yer verilmemişti[4]. Uygulama, hocanın Arapça olarak okuduğu Kur’an ayetlerini öğrencinin tekrarlayarak ve anlamını bilmeden ezberlemesi şeklinde idi. 1862 yılında bu okullar adının iptidai okul olarak ve programlarının biraz değiştirilmesinden sonra medrese dışında öğretmen yetiştirmek için iki yıllık bir okul açılması ancak 1868 yılında gerçekleşmiştir.
1910-1911 Bütçesinin Meclis-i Mebusan’da görüşülmesi sırasında, Maarif Nazırı Emrullah Efendi, şu şekilde açıklamıştır. “… uygar ülkelerde okul binalarına çok büyük önem veriyorlar. … Bugün çocukların çoğunun aldığı hastalıklar, göz ve göğüs hastalıkları, bazı gelişme bozuklukları (ademi neşvunema), ne kadar hastalık varsa, onların (binaların) kusurudur. … Geçmişte hükümet iptidai eğitime önem vermezdi. Bu adeta sadaka gibiydi. İyilikte bulunmak isteyen, iyilik yapar, onunla idare olunurdu.[5]”
Sıbyan okullarını bitirenlerin memur olmak veya askeri okul eğitimi almak için yetersiz düzeyde olduğunun anlaşılması üzerine, 1839 yılında bu amaçla iki rüştiye okulu açılmış ve 1847 yılından sonra yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
II. Abdülhamid devrinin sonlarında imparatorlukta toplam 619 rüştiye vardı; bunların yetmiş dördü kızlara aitti. Bütün rüştiyelerde 4.000 kadarı kız olmak üzere 40.000 kadar öğrenci öğrenim görüyordu[6].
1859 yılında ilk kız rüştiyesi İstanbul’da açılmadan önce, kadın öğretmen okulu açılmadığından, okula yaşlı ve güvenilir erkek öğretmenler görevlendirilmişti, velilerin buna tepkisi kızlarını dört yıllık okulun ikinci sınıfından sonra 9-10 yaşlarına gelince okuldan alma şeklinde oluştu. Bu tepkiler üzerine, ilk kadın öğretmen okulu, 1870 ayında İstanbul’da açılmıştır[7].
1895 yılında Müslüman rüştiyelerine 41.716 öğrenci devam ederken, azınlıklarının kendi toplumlarının kendi olanakları ile açtıkları rüştiyelerde 82.916 öğrenci okumakta idi[8]. Azınlıkların okullarında hem eğitim içeriği hem de öğretmen eğitimlerinin daha iyi olduğunu biraz sonra göreceğimiz üzere Maarif Nazırı dahi kabul etmekteydi.
Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Meclis-i Mebusan’da rüştiyelerdeki öğretmenler konusunda bilgi verirken, şu acı gerçeği de belirtmiştir, “… adayların 55 tanesi herhangi bir okula devam etmediği halde şöyle bir sınav yapıp göndermişiz. 170 tanesinin nereden mezun olduğu Bakanlıkça bilinmemektedir. … Artık rüştiyelerin halini düşünün. … 70-80 rüştiyemizde öğretmen olmadığı gibi bu senede gönderemeyeceğiz.[9]”
İlk lise düzeyi okul, 1868 yılında öğretim süresi 5 yıl olan ve ders programı Fransız liselerindeki dersleri içerecek Galatasaray Sultanisi açılmıştır. İlk idadi okulu 1874 yılında yine İstanbul’da açılmıştır. İdadilere rüştiye mezunları sınavla alınmıştır. 1913-1914 ders yılında sultani ve idadilere devam eden öğrenci sayıları Tablo 1 de yer almaktadır.

Kaynak: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924”, Sayfa 226, Tablo 5.23 ve Sayfa 235-237, Tablo 5.28 den derlenmiştir.
Tablo 1 in bloğa aktarılışında İdadi rakamlarının son hanesi çıkmamıştır. Okurken “0” ekleyerek okuyabilirsiniz.
Tablo 1 den de görüldüğü üzere, İmparatorluğun son yıllarında lise düzeyinde eğitim gören Müslüman öğrenci sayısı (5.239 + 1.370=) 6.609 dur. Tablo 2 deki lise düzeyindeki diğer okullar da göz önüne alındığında bu sayı 15.803 e çıkmaktadır.
Eğitim sisteminin her aşamasını başlangıçtan itibaren Arapça üzerine yapılandırmış olan Osmanlı İmparatorluğunun Maarif Nazırı 1910 yılında Arapçayı dahi doğru dürüst öğretemediklerini Meclis-i Mebusan’da şöyle dile getirmiştir. “… Biz memleketimizde demin dediğim gibi Fransızcayı öğretemiyoruz. Maatteessüf en ziyade bizde lazım olan Arapçayı da öğretemiyoruz. … Örneğin bugün Suriye Vilayetine Hicaz’a, Yemen’e göndereceğimiz öğretmenlerin mutlaka yerel dili bilmesi gerekiyor. Biz bugün Arapça öğretmesi için Arapça dilini öğretecek bir öğretmen bulamıyoruz.[10]”
Osmanlı resmi ve özel eğitim kurumlarının 1913-14 öğrenci sayıları Tablo 2 de yer almaktadır.

Kaynak: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924”, sayfa 167, 173, 217, 226 ve 251 deki verilerden derlenmiştir.
1913-1914 öğrenim yılında yaklaşık 1.5 milyon çocuğun okula devam etmediği Tablo 2 nin kaynağı belgede belirtilmektedir[11].
Osmanlı Devletinde ilkokuldan kolej ve üniversite düzeyine kadar çeşitli eğitim kademelerinde yabancı ülkelerin açtığı ve azınlıkların okuduğu 623 misyoner okulu vardı[12]. Azımsanmayacak sayıda öğrenci okutuyorlardı.
Osmanlı Devletinin eğitim verilerinin 20 nci yüzyılın başında Avrupa boyutunda ne anlam taşıdığını anlayabilmemiz için Tablo 3 düzenlenmiştir.

Kaynak: Avusturya ve Macaristan hariç nüfus verileri, Angus Maddison, “The World Economy A Millenial Perspective, Development Center Studies, OECD 2006”, sayfa 183. Osmanlı Devleti eğitim verileri için “T.C. Başbakanlık DİE, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924”, sayfa 279 ve 273, 276, 277. Osmanlı nüfusu için T.C. DİE “Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin nüfusu 1500-1927. Diğer tüm bilgiler için Anna Tolman Smith, “Education in Foreign Countries 1913-14” Department of the Interior, Bureau of Education June 30, 1914 Washington Government Printing Office 1915. Rusya’nın Meslek okul verileri Anna Tolman Smith ve W.S. Jesien, “Higher Technical Education in Foreign Countries, Students and Scope” Washington 1917, sayfa 91 den alınmıştır.
¹Osmanlı Devletine ait nüfus verisi 1905-1906 yılına aittir.
Tablo 3 den de görüldüğü üzere, Osmanlı Devletinin eğitim verileri gelişmiş Avrupa ülkelerinin yanında çok düşük kalmanın ötesinde, Konya ilimiz boyutundaki Belçika’nın bile çok gerisindedir.
Medrese
Tarihçi Karal 1860’lı yılların başlarında medrese eğitiminin içinde bulunduğu durum hakkında şu bilgileri vermektedir. “… Avrupa’da Rönesans’tan beri kilise dışında gelişmiş bulunan ve müşahede ve tecrübeye (gözlem ve deneyim) dayanan tetkik usullerine medrese tamamen yabancı kalmıştı. … Avrupalıların, Latincenin yanında milli dillere değer verme suretiyle çağdaş edebiyatları kurarken, medrese resmi dil olarak Arapçaya sarılmakta devam ediyor ve Türk topluluğu ile arası gittikçe açılıyordu.[13]” Aynı yazar kitabının aynı cildinde şu gözlemlerde de bulunmuştur. “Bir vakitler İslam dünyasının yüzünü ağartmış olan medrese, ‘Adalet’ bölümünde de ifade edildiği üzere, çökmüş bir hale gelmişti. Kendisi ıslah etmeyi düşünmedikten başka, imparatorluğun ıslahı için yapılan her türlü hareketlere de inatçı bir mukavemet (direnç) gösteriyor ve savaşıyordu. Bu savaşında, devlet adamları içinde, dünyanın gidişatından haberi olmayan değersiz kimselerle, koyu bir cahillik içinde yuvarlanıp giden halkın çoğunluğunu da sürüklüyordu…[14]” Karal izleyen ciltte ise şunları gözlemlerine eklemiştir. “… Medreseye gelince, tam bir inhitat (çökme, gerileme) halinde idi. Hayat ve cemiyetle alakalı (toplumla ilgili) bilgileri kapı dışı etmiş bulunuyordu. Eğitim nakli (aktarma) bilgilerden ibaretti. … Matematik, tabii bilimler ve sosyal ilimlere hiç yer verilmemişti. … Medreseden yetişenlerin içinde, kendi gayreti ile kendisini yetiştirmiş tek tük bilginlere de rastlanmakta idi. Fakat bu gibilerin en büyük düşmanı yine mutaassıp (tutucu) medreseliler idi. Medrese kendi kendisini ıslah etmeyi düşünmek şöyle dursun, devlet eğitimin de gelişmesine ve çağdaş bir manzara almasına engel oluyordu. …[15].”
Gayrimüslimlerin okulları
Rum okullarının en nitelikli olanı, Fener Rum Mektebinin Osmanlı Devletinde önemli bir yeri olmuştur. Zira bu mektebin mezunlarının bir bölümü Saray’da, Bab-ı Âli’de (Devlet idaresinde) çevirmenlik görevlerinde bulundukları gibi dış temsilciliklerde de görev yapmışlar, büyükelçi olmuşlardır. Okulda, Avrupa dilleri yanında Türkçe, Arapça ve Farsça da öğretilmekteydi. Çocuklara milliyetçilik duygusu aşılanıyordu. Yunanistan bağımsızlığını kazandıktan sonra dahi bu okulun mezunları elçiliklerde ve devlette istihdam edildiler.
Ali Suavi’nin gözlemlerine göre, “… Ermenilerin eğitim ve bilimde ileri gitmelerinin en önemli üç nedeni vardır. Mektep, kitap ve yetkin öğretmenler. Ermenilerin ‘ileri gelenleri cemiyetler teşkil edip mektepler açtılar, kitaplar tercüme ve tab eylediler (bastılar) ve ehliyetli hocalar seçtiler[16].
Sultan II. Abdülhamit’in Hazine-i Hassa Nazırlarından üçü Ermeni idi ve Sultan’ın mali işlerini de Rum Zarifi ile Ermeni Assani Efendiler yürütmekte idi[17]. Bunların bu görevlere getirilmelerinin temel nedeni de aldıkları nitelikli eğitim nedeniyle idi sanırım.
Maarif Nazırı Emrullah Efendi 1911 Bütçesi görüşmelerinde “… Bugün itiraf etmeliyiz ki, resmi mekteplerin bu haline nazaran bir Ermeni, bir Rum çocuğu zor gelip bizim resmi mekteplerde okusun. Çünkü Rumların mektepleri bugünkü haliyle bizim mekteplerden iyidir. Bu Rum vatandaşlarımızın, Ermeni vatandaşlarımızın ve sair vatandaşlarımızın kemali şerefle (büyük bir gururla) gösterebilecekleri ve bizim de kemali teessürle (büyük bir üzüntüyle) yad edeceğimiz bir hakikattir.[18]”
1789 Fransız İhtilali ve tüm Avrupa’yı saran ve sarsan 1848 ihtilalleri de Osmanlı Devletinin Avrupa topraklarında yaşayan Sırp, Bulgar, Eflak ve Buğdan (Romanya) halkı, Rum toplumları ile Anadolu’da yaşayan Ermeni toplumunu etkisi altına almış, milliyetçilik duygularını besledikten başka ayrılıkçı akımların oluşup, örgütlenmesine ve güçlenmesine de yol açmıştır. Misyoner okulları da bu toplumların bu duygularını besleyen diğer bir kaynağı oluşturmuştur.
1789 Fransız ihtilali sonrasında Osmanlı Devletinde ayrılıkçı amaçla çıkarılan isyanlara ilişkin bilgiler Tablo 4 de yer almaktadır.

Kaynak: Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi içindeki bilgilerden derlenmiştir.
Tablo 4 den de görüldüğü üzere, Osmanlı Devleti’ne ayrılıkçı başkaldırılar sadece gayri Müslimlerden değil, aynı zamanda Müslüman Araplardan da gelmiştir.
Bu isyanlar sonucunda kaybedilen topraklar ve kurulan yeni devletler de Harita 1 de yer almaktadır.
Harita 1

Osmanlı Devletindeki Eğitimin 18 nci yüzyıl sonu ile 19 uncu yüzyıl boyunca yaşadığı deneyimler konusunda daha kapsamlı bilgi edinmek isteyenler bloğumdaki “Türk Devriminin Anahtarı: Eğitim Birliği Yasası Neden Gerekli İdi?” başlıklı yazımı okuyabilirler.
Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
3 Mart 1924 günü TBMM’nde Eğitim Birliği Yasasının kabulünü tamamlayan diğer yasalar, lâiklik ilkesinin Anayasa’ya dahil edilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medreselerin kapatılması, Medeni Kanunun kabul edilmesi ve harf devrimi yasasıdır.
Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığının Milli Eğitim İstatistikleri; 1997, 1997-1998, 2001-2002, 2004-2005, 2012-2013 ve 2020-2021 yıllıklarının ilgili okullar sayfaları ve T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü İstatistik Yıllığı 1960-1962.
Tablo 5 1923-1924 öğrenim yılından başlayarak çeşitli öğrenim kademelerinin günümüze değin artan öğrenci ve öğretmen sayıları yer almaktadır.

Tablo 5 deki verileri inceler ve değerlendirirken, 1911-1922 döneminde 11 yıllık savaş döneminde, ülkenin insan kaynakları yanında ekonomik kaynaklarının yoğun da olarak tükendiği hatırda tutulmalıdır.
1923 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri 45 ABD doları iken, 1950 yılında 166 dolara çıkabilmiştir[19]. 1923-1950 döneminde Türkiye, bir yandan Osmanlı Devletinin borçlarını öderken, dışarıdan borçlanmaktan özenle kaçınmış, diğer yandan da yabancıların elindeki demiryollarını ve limanları millileştirmiş, yeni demiryolları ve limanlar inşa etmiş ve II. Dünya Harbi tehdidi altında ordunun mevcudu 1.300.000 kişiye kadar çıkarma zorunda kalmıştır[20].
1993-2020 dönemini değerlendirirken de Türkiye’nin 1993 yılında GSYİH sı 248.6 milyar dolar ve kişi başına milli geliri 4.262 dolar düzeyinde iken 2020 yılında GSYİH’nın 719.9 milyar dolar ve kişi başı milli gelirinin de 8.610 dolar olduğu anımsanmalıdır[21]. Ayrıca, Türkiye’nin 1993 yılında dış borcu 70.5 milyar dolar iken 2020 yılı sonunda 433.0 milyar dolara çıkmıştır. Diğer bir deyişle Türkiye’nin ekonomisi, diğer alanların yanında eğitime de yeterince kaynak ayırabilme gücüne sahipti.
Tablo 5, 98 yıllık Cumhuriyet döneminde okul öncesinden Lise düzeyine öğrenci ve öğretmen sayılarındaki artış, eğitim birliği, Türk Harfleri ve lâik eğitim düzenlemeleri çerçevesinde sağlanan başarının sayısal boyutunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, Tablo 5 ve Tablo 2 ve 3 ile yan yana konulduğunda çok daha net görülmektedir. Osmanlı Devletinin başarısızlığının temelinde ulusa anadili Türkçe dışında Arap harfleri ve Osmanlıca adı altında Arapça ve Farsça ağırlıklı yapay bir dille eğitim vermeye çalışmasının yatmakta olduğunu yukarıda açıklamıştım. Cumhuriyet, ulusa anadilinde ve öğrenme kolaylığı çok yüksek yeni harflerle verdiği eğitimle milyonlarca çocuğa eğitim ve öğrenim vermeyi kısa zamanda başarmıştır.
Cumhuriyetin bu sayısal başarı sürecini olumlu yönde etkileyen gelişmeler olduğu gibi gölgeleyen gelişmeler de özellikle 1945 den sonra sergilenmeye başlamış ve son yıllarda çok güçlü hale gelmiştir.
Atatürk’ün önderliğinde oluşturulan Türk Tarih Heyetinin 1930 da yaptığı çalışmalar çerçevesinde hazırlanan ve 1931 yılında programa alınan, ulus bilinçlenmesini besleyen ve güçlendiren dört ciltlik lise Tarih ders kitaplarının 1939 yılından sonra müfredattan kaldırılması eğitim alanındaki ilk geri adım olmuştur[22].
Köy Enstitüleri, kırsal kesimde yaşayan yurttaşlarımıza sadece okuma yazmayı öğretmeyi amaçlamamıştı. Aynı zamanda bu insanlarımıza tarımda üretken beceriler kazandırma yanında birçok zanaatı da uygulama yeteneği kazandırmayı ve kültürel zenginliğe kavuşma yollarını da öğrenmelerine zemin hazırlamayı öngörmüş ve uygulamıştı. Köy Enstitülerinin kapatılması ulusal bilinçlenmeye, ülke ekonomisine ve kırsal kesimin gönenç kazanmasına uzun vadeli büyük kayıplar verdirmiştir.
1946 yılında toplanan III. Milli Eğitim Şurasında ilkokul ve ortaokul amaç ve görev bakımından bir bütünlük içinde düşünülmesi gerektiği savunulmuştur[23]. 1953 tarihinde toplanan V inci Millî Eğitim Şurası gündeminin 4 üncü maddesinin “İlköğretim Kanun tasarısının incelenmesi ve mecburi ilköğretimin planlanması” başlığını taşıyordu.
1961 tarihinde çıkarılan İlköğretim ve Eğitim yasası, “Mecburi ilköğretim çağını, 6 yaşın bittiği yılın Eylül ayında başlar, 15 yaşına girdiği yıl olarak tanımlamıştır.”
Liselerin dört yıldan üç yıla indirilmesi ve üniversiteye girişin kapısını açan olgunluk sınavlarının kaldırılması yanında felsefe, mantık, psikoloji derslerinin aşama aşama programdan çıkarılması da öğrencilerin araştıran, tartışan ve sorgulayan bir düşünce anlayışı içinde yetişme olanağını yitirmelerine yol açmıştır.
Sekiz yıllık ilköğretim ilkesinin 1961 yılında yasaya konulması sonucunda, Milli Eğitim Bakanlığı, bu ilkeye uyumlu olarak mesleki teknik liselerin altında yeni meslek ortaokulları açmaya son verdiği gibi mevcut olanları da küçülterek kapatma süreci başlatmıştı.
1946 yılında çok partili yaşama geçiş ile birlikte, tarikat ve cemaatlerin siyaset ve eğitim üzerinde etkisi giderek artmaya başlamıştır.
1950 li yıllarda “imam hatip ortaokulları”açılmaya başlanmış ve öğrenci sayıları, Tablo 5 den de anımsanacağı üzere, 1955-56 ders yılındaki 2.181 düzeyinden, 1996-97 öğrenim yılında 318.775 e kadar çıkmıştır. Bu durum, 1961 de yasaya konulan “mecburi ilköğretim” düzenlemesine geçişi, siyasi partilerin oy kaybı endişesi ile 1997 yılına kadar sürekli geciktirmiştir.
İlerleyen yıllarda eğitim sistemine borçlu üst sınıfa devam etme kuralı gelmiştir.
1965 yılında çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları yasası öğretmen maaşlarının düşük düzeyde kalmasına yol açaraköğretmen okullarının cazibesini kaybettirmiştir. Bunun etkisi ile 6 aylık kurslarla öğretmen yetiştirme yoluna gidilme yanlışına da yol açmıştır.
Öğretmen derneklerinin sağ ve sol olarak bölünmesi ve öğretmenlerin siyasi yapılanmalara çekilmesi çok ciddi bir hata olmuştur.
Bazı partiler imam hatip okullarını arka bahçeleri olarak gösterme yoluna gitmişlerdir.
1996 yılında, tüm üniversite lisans diploması alanların öğretmen olmak üzere Bakanlığa başvurma hakkı verilmesi de yapılan hatalardan birisi olmuştu. Ancak bu uygulamanın etkisi çok sınırlı olmuştur. Çünkü, bu uygulamaya 1997 Temmuz ayında Hükümet değişikliğinden sonra son verilmiştir.
1997 yılında, TBMM sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz ilköğretim yasasını kabul etmiştir. Bu yasanın eğitime ve öğrencilere kazandırdıklarına değinmek uzun süre alacağından sadece bir konu ile yetineceğim. Bu yasa ile ilköğretime devam eden kız öğrencilerin sayısı 1.5 milyona yakın artış göstermiştir. Bu gelişme, izleyen yıllarda kızların lise düzeyindeki okula devamında da artışlara yol açmıştır. Bunun doğal sonucu olarak ülkemizde çocuk gelinler ve çocuk anneler sorununun boyutu çok ciddi şekilde azaldığı görülmektedir. Bu gelişmeyi göstermek üzere Tablo 6 hazırlanmıştır. Panelde bu gelişme konusunda tablo sunulmamış, bir kaç rakam vermekle yetinilmişti.

Kaynak: 1985-1990 yılları için Devlet İstatistik Enstitüsü 2000 yıl İstatistik Yıllığı, diğer yıllar için Annenin Yaş Grubu ve doğum sırasına göre doğumlar 2012-2020 Tablosu
Tablo 6 daki verilerden () içinde gösterilen rakamlar 18-19 yaş grubuna aittir.
Tablo 6 daki gelişmeleri, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimin kızların her okul düzeyinde okullaşmasını nasıl yükselttiğini Tablo 7 eşliğinde göstermek isterim. Bu bölümdeki bilgiler de zaman sınırı nedeniyle panelde sunulamamıştı.

Kaynak: Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2004-04 ve 2020-21.
Tabloda 7 den de görüldüğü üzere, sekiz yıllık zorunlu eğitim uygulaması sonucunda, kız ve erkek çocuklarının toplamındaki çağ okullaşma oranlarındaki gelişme, ana-çocuk sağlığı sorunlarının azalmasına büyük katkı sağlamıştır. Tablo 7 nin 2020-2021 öğrenim yılında lise ve dengi ile üniversitelerdeki sıra dışı oran artışları için kaynak belgede bir açıklama olmadığı için sizlere bu konuda bilgi sunamıyorum. 1997 yılında kabul edilen sekiz yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitimin kazandırdıkları konusunda bloğumda yayınladığım “Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitimin Gelişim Süreci ve Kazandırdıkları” başlıklı yazıma dileyen okur bakabilir.
1998-1999 öğrenim yılından başlayarak felsefe dersleri yeniden lise ders programına alınmıştır.
TBMM 30 Mart 2012 tarihinde 4+4+4 eğitimle ilgili yasayı kabul etmiştir. Bunun sonucun olarak ilköğretimin ikiye bölünmesi sonucu yeniden açılan ortaokullara devam eden öğrencilere ilişkin bilgiler Tablo 8 de yer almaktadır.

Kaynak: MEB, Millî Eğitim İstatistikleri 2012-2013 ve 2020-2021 yıllıkları ortaokul bölümü.
Tablo 8 den de görüldüğü üzere, 4+4+4 sistemi içinde mesleki teknik eğitimle ilgili hiçbir ortaokul açılmamıştır. Sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitim yasası çerçevesinde Özel Eğitim Rehberlik Hizmetleri bünyesinde engelli çocuklar için ayrı ilköğretim okulları da açılmıştı. O nedenle Tablo 8 deki engelli ortaokulu verileri, aynen Temel Eğitimdeki gibi ilkokul ve ortaokul olarak yapay bir bölünmedir. Bu durumda açıkça ortaya koymaktadır ki, 4+4+4 sistemine ilişkin yasa imam hatip ortaokulları açabilmek için çıkarılmıştır.
Bu yasa ile imam hatip ortaokullarının açılmasının ötesinde ilkokulları da imam hatipleştirmeye yönelik uygulamalar da başlatılmıştır. 8 Nisan 2010 tarihinde Bakanlar Kurulu, “Örgün eğitim kurumlarında Arapça eğitim ve öğretim yapılmasını” kararlaştırmıştı. Bu eğitimin ilkokul 4 üncü sınıftan başlaması ve seçmeli dersler arasında yer alması öngörülmüştü.
Talim Terbiye Kurulu’nun, bu kez, 21 Ekim 2015 günü aldığı bir kararla Arapça dersinin ilkokul 2 nci sınıftan başlamasını ve uygulamaya 2016-2017 ders yılında geçilmesini kararlaştırdığını öğreniyoruz[24]. Böylece Arapça dersi ilkokulun 2 inci sınıfından ortaokulun 4 üncü sınıfına kadar yedi yıl okutulmaya başlanmıştır.
2000 li yıllarda dindar ve kindar nesiller yetiştirme gibi bir söylem de siyaset dili içinde yer almaya başlamıştır.
2020 yılında basında yer alan bir haberde, Diyanet İşleri Başkanlığının, “Değerler Eğitimi” adı altında 5 yıl önce Sakarya’da, 4-6 yaş grubu çocuklara din eğitimi başlattığı bilgisi yer almış ve sayıları 554’e çıkan bu Kur’an kurslarında 5 yıl önce 15 bin 265 çocukla başlayan eğitimin, 40 kat artarak şimdi 618 bin 402 çocuğa ulaştığı ileri sürülmüştür. Din görevlisi sayısının da 8 bin 471’e çıktığı belirtilmiştir. Bu uygulama ile, Arapça okul öncesi öğretime de indirilmiş olmaktadır[25].
Arapça eğitimi ve Kur’an’ın Arapça metninin okul öncesi, ilkokul ve ortaokul düzeyinde öğretilmesi, Anayasa’nın 24 üncü maddesi bakımından tartışmaya açık olması yanında, pedagojik açıdan da sorunlar yaratması söz konusudur.
Zira okul öncesinde Arap harfleri ile okumaya başlayan öğrencilerin, ilkokula başladıklarında harf devrimi ile kabul edilen abc ile okumayı öğrenmeye başlamaları çocukları farklı kaligrafilerle, Arapçanın farklı sesleri ve farklı yönde yazılan yazıları öğrenmede zorluk yaşamaları yanında bu durumun çocuklarda öğrenme sorunu ve okuldan soğuma yaratma riski de ortaya çıkarabilir. Bu olası sorunlar bir araştırma konusu yapıldı mı bilemiyorum. Yapılması ve toplumla paylaşılması gerekir diye düşünüyorum.
Bu düzenlemeler haklı olarak, “sıbyan okullarının” güncellenmesi midir ve Araplaşma ve skolastik eğitime dönüş mü sorularını akla getirmektedir.
Güneydoğu’da çeşitli illerde medreseler açıldığı ve öğrenim verdiğine ilişkin haberler yer almaktadır[26]. Medreselerin Osmanlı Devletinde, özellikle 1800 lü yıllarda çağdaş eğitime geçişi ve çağdaş kurumlar oluşmasını nasıl engellediği tarih kitaplarında[27] bütün açıklığı ile anlatılmışken, ülkede ilahiyat fakülteleri mevcutken, bunların yeniden gündeme getirilmesindeki mantık ve amacı anlayabilmek olası değildir.
Eğitim Birliği Yasasının 4 üncü maddesi imamlık ile hatiplik gibi din hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi hükmünü içermektedir. Bu hizmetler Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütüldüğü ve halen bu Kurumun 56.831 i imam ve hatip olarak istihdam edilen 104.814 personeli olduğu göz önüne alındığında[28], 2020-2021 ders yılında imam-hatip ortaokulu ve liselerine kayıtlı 1.381.260 öğrenci, yasanın öngördüğü gereksinimin çok üzerinde olmuyor mu? Bu durumu toplum olarak tartışıp yanıtını bulmamız gerekmiyor mu?
Eğitim yapımızın bu durumu, ülkemizi 2023 yılında dünyanın ilk 10 ülkesi olma hedefine ulaştırabilir miydi? Ulaştıramayacağını çok uzun süreden beri ülkemizin karşılaştırmalı ekonomik verileri göstermekteydi.
Bu konuyu değerlendirmek üzere, Tablo 9, 10 ve 11 i hazırladım. 1970 yılında Kore Cumhuriyeti kişi başına milli geliri 270 dolarken ülkemizin kişi başına milli geliri 400 dolardı. Kişi başına milli gelirlerinin zaman içerisinde nasıl gelişim gösterdiği Tablo 9 da yer almaktadır.

Kaynak: IMF veri tabanı ve TÜİK, “Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla”, IV. Çeyrek: Ekim – Aralık, 2020 Sayı: 37180 01 Mart 2021.
Tablo 9 dan da görüldüğü üzere, Kore, 1980 yılında da kişi başına milli gelirde ülkemizin gerisinde bulunmaktaydı. Ancak aradan geçen 40 yıl sonunda Kore’nin kişi başına milli geliri, 2020 yılında ülkemizin 4 katına yükselmiştir. Kore’nin bu sıra dışı başarısının baş aktörlerinden birisinin çok uzun süredir eğitiminin lâik ve bilimsel niteliğini sürekli geliştirmesi ve mesleki teknik eğitime verdiği önem olduğunu düşünüyorum.
2021 yılında 1.823.9 milyon dolarlık GSYİH ile, Rusya ve Brezilya’nın önünde olarak, Kore dünyanın 10 uncu ekonomisi durumuna gelmiştir.
PISA sınav sonuçları ile ülkemiz ile Kore’nin ekonomik gelişmeleri ile eğitim arasındaki ilişkisine Tablo 10 eşliğinde bakmak istiyorum.

Kaynak: PISA 2000 Tablo 4.2.f sayfa 389, PISA 2009 Tablo V.2.1 sayfa 146, V.3.1 sayfa 156, V.3.4 sayfa 159, PISA 2015 Result in Focus ve PISA 2018.
Kore eğitim konusunda ciddi atılımlar yaparken, Türkiye, uzun yıllardan beri yukarıda özetle açıkladığım eğitimi ve öğretmeni günlük siyasetin içine çeken, eğitim içeriğini lâik ve bilimsellikten uzaklaştıran program ve uygulamalarının sonucunu sadece PISA sınav notları ile değil, aldığı ekonomik sonuçlarla da ödeye gelmektedir.
İzlenen eğitim politikalarının sonuçlarının yansıdığı bir alan da tarımsal üretim boyutu ve kalitesidir. Konunun bu boyutunu Tablo 11 eşliğinde değerlendirmek istiyorum. Bu bölüm de panel konuşmasında süre sınırlaması nedeni ile işlenememiştir.

Kaynak: The World Bank, World Development Indicators 2012, Table 3.3.
Sanayileşmiş, lâik ve bilimsel temelli eğitim programlarının uygulandığı tüm ülkelerde sanayideki verimlilik kadar tarımsal üretimde de verimlilik düzeyinin sürekli yükseldiğini gözlemliyoruz. Bu gelişmede eğitim programlarının katkısı yanında, tarımdaki araştırma ve geliştirme çalışmalarının çok önemli katkısı bulunmaktadır.
Tablo 11 den de görüldüğü üzere, Kore de izlediği eğitim politikaları yanında tarımdaki araştırma ve geliştirmelere daha fazla kaynak sağlamasının sonucunu yükselen tarım verimliliği ile görmüştür. Ülkemiz verileri ise bizim izlediğimiz politikaların sonucunu açıkça yansıtmaktadır. Bunun sonucu olarak Türkiye tarımdan hayvancılığa, her alanda giderek artan dışalımı ile dışarıya bağımlı hale gelmiştir. Bu durum ülkenin dış ticaret açıklarını ve dolayısı ile dış borcunu sürekli büyüterek ödemeler dengesi krizleri riskini de arttırmaktadır.
Eğitim birliği yasasından ve lâik eğitimden uzaklaşmanın ülkemize ve bireylerimize yüklediği bu maliyetler ortaya çıkmışken, siyasi partilerin eğitim alanındaki bu sorunların çözümü için izleyecekleri politikalar konusunda toplum bilgilendirmeleri gerekmektedir.
Konuşmamı diğer bir yazımda belirttiğim bir düşüncemle tamamlamak istiyorum[29]. Bir ülkenin sahip bulunduğu en önemli doğal kaynağın insan beyni olduğunu düşünüyorum. İnsan beynini “doğal kaynak” olarak niteleme gereğini de şu nedenle duydum, enerji, maden, mineral ve verimli tarım toprakları, su kaynakları gibi doğal kaynakların coğrafyalar, ülkeler ve bölgeler arasındaki dağılımı son derece dengesiz ve adaletsizdir. Ancak insan beyninin ham halinin coğrafyalar, ülkeler ve toplumlar arasındaki dağılımının çok daha dengeli ve adaletli olduğunu söyleyebilirim. İnsan beyninin o ham haline başta aileler, eğitim-öğrenim kurumları, sonra aydınlar ve ülkeyi yönetenler bilimsel ve lâik eğitimin en nitelikli boyutlarını sürekli sunar ve sunulanın içeriğinin ve niteliğinin sürekli gelişmesine, yükselmesine de özen gösterirlerse, o beyinler ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişmesi için gereken diğer tüm doğal kaynakları kolayca bulur, işler ve toplumlarını ülkelerini dünyadaki en zengin ve en uygar ülkesi düzeyine taşırlar ve o konumun sürekli korunmasını da güven altına alırlar. Bu nitelikli beyinler kendi ülkelerine olduğu kadar insanlığa da büyük hizmetler sunabilirler. Bu konuda İngiltere, Almanya, Japonya, Hollanda ve Kore tipik örnekleri oluşturmaktadır.
Atatürk’e ve O’na Cumhuriyeti kurarken ve devrimlerini yaparken destek olan kuşağa ve bu devrimlere sahip çıkan kuşaklara teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Hikmet Uluğbay
[1] Karal, Ord. Prof. Enver Ziya, “Büyük Osmanlı Tarihi” Cilt 1 sayfa 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
[2] Ergin, Osman Nuri, “Türk Maarif Tarihi” Cilt 1 sayfa XII.
[3] Y.a.g.e. sayfa 86.
[4] Y.a.g.e. aynı sayfa.
[5] Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi (MMZC) Devre 1, İçtima Senesi 2, Yüz yedinci İnikad, 25 Mayıs 1326 Salı sayfa 62-63, 70-73, 78-79.
[6] Erdem Yasemin Tümer, “II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi” Türk Tarih Kurumu 2013, sayfa 186. Türk Diyanet Vakfı, “İslâm Ansiklopedisi” rüştiye maddesi.
[7] Erdem, y.a.g.e., sayfa 283-284.
[8] Şahin Ayşegül Altınova, Osmanlı Devletinde Rüşdiye Mektepleri”, Türk Tarih Kurumu 2018, sayfa 138.
[9] Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi (MMZC) y.a.g. tutanak, sayfa 63-64.
[10] MMZC y.a.g. tutanak, sayfa 64 ve 66.
[11] T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924”, sayfa 216.
[12] Mutlu Şamil Dr., “Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları”, Gökkubbe Yayınları 2005.
[13] Karal, ya.g.e. Cilt II sayfa 141.
[14] Karal, y.a.g.e. Cilt II, sayfa 184.
[15] Karal, y.a.g.e. Cilt III, sayfa 195-196.
[16] Doğan İsmail Yrd. Doç. Dr., “Tanzimatın iki ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi”, İz Yayıncılık 1991, sayfa 325-328.
[17] Haslip Joan, “The Sultan: The Life of Abdülhamit II”, Holt, Rinehart&Winston, 1953 sayfa 45.
[18] MMZC, y.a.g.tutanak, sayfa 80-81.
[19] TÜİK, İstatistik Göstergeler 1923-2007, Tablo 22.2 ve 22.9 dan alınmıştır.
[20] Wikipedia II. Dünya Savaşında Türkiye maddesi.
[21] IMF, World Economic Outlook Database: October 2021, Türkiye verileri.
[22] Bu konuda Cengiz Özakıncı’nın “Tarihin Bilinmeyen Yüzü” programının15 Eylül 2018 günü yayınlanan “Türk Tarih Tezi Neden Terkedildi?” başlıklı bölümü ile öncesi ve arkasındaki bölümler aydınlatıcı bilgiler içermektedir.
[23] M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, “Cumhuriyet Döneminde Eğitim II” Ankara 1999, Orhan Özalp Talim Terbiye Kurulu Başkanı “Cumhuriyet Döneminde Eğitim Politikaları ve Uygulamaları” sayfa 39.
[24] Atalay Figen, “İlkokul 2’ye Arapça”, Cumhuriyet Gazetesi online 23 Ekim 2015 ve “Seçmeli Arapça Dersi Olumlu Karşılandı”, Yeni Akit online 25 Ekim 2015.
[25] Uçar Sultan, “Diyanet müfredatı deliyor, Müfredat 4’üncü sınıf dese de 4 yaşa din eğitimi devletin resmi okullarında başladı”, Sözcü Gazetesi 06:10 – 13 Mart 2020.
[26] “Diyanet’ten medrese önerisi”, CNNTÜRK.com 08.03.2016 – 12:23 Son Güncelleme: 11.12.2018.
[27] Karal Enver Ziya Ord. Prof. y.a.g.e. II ve III ncü ciltler.
[28] Süzer Erdoğan, “Memura yüzde 3+3 Diyanet’e yüzde 12.66”, Sözcü 06:30 – 11 Ekim 2020, Diyanet’in personel sayısı 105 bine yaklaştı görseli.
[29] En Önemli Doğal Kaynak İnsan Beynidir.
Sağ olun sayın Bakanım. Eğitim tarihimize ışık tutmuşsun. Zevkle okudum. Elinize kaleminize sağlık. Saygılarımla.
BeğenBeğen